HaberlerManşet

Lütfü Kırayoğlu yazdı ; Petrol: Toprağın kanı

Şimdilerde Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs çevresinde ve Türkiye’nin Akdeniz’deki ekonomik egemenlik sahasında petrol yatakları ve petrolün başka şekli doğalgaz yatakları üzerinde büyük bir çekişme yaşanıyor. Ne acıdır, halkımızın büyük bölümü bu çekişmeden habersiz

Lütfü Kırayoğlu
Lütfü Kırayoğlu / ADD Genel Merkez Önceki Dönem Genel Sekreter Yardımcısı/Elektrik Mühendisi

Petrol Üreten Ülkeler Topluluğu OPEC’in kurucusu, Venezuellalı politikacı Juan Pablo Perez, doğaya, insanlığa ve dünya siyasetine yaptığı kötülükler nedeniyle petrol için “şeytanın pisliği” tanımlamasını yapıyor. Latince’de taş anlamına gelen “petra” ile yağ anlamına gelen “oleum” petrol sözcüğünü oluşturmuştur. Petrol denizi üzerinde yüzen Ortadoğu halkları neft, Azeriler ise taş yağı olarak adlandırmaktadır bu sihirli ve belalı maddeyi.

Devasa canlıların ve diğer organik maddelerin milyonlarca yıl basınç etkisi ile yeraltında kalması sonucu toprak bu canlıların kanını yeryüzüne tükürmekte, toprağın kanı, insanlara refah ve mutluluk yerine kan ve ölüm getirmektedir. Petrol toprakları kanlı topraklar olmuştur.

Az gelişmiş ülkeler, üstünde oturdukları bu muazzam ve belalı zenginliğin farkında değilken, sömürgeciliği emperyalizm aşamasına taşımayı başaran güçlü Batılı soyguncu devletler bu “değersiz” çöl topraklarını kendi aralarında pay etmişler, yapılan paylaşıma rağmen bu topraklara hükmetme kavgası bir türlü sona ermemiştir.

ASIL KAVGA PAZARLAMA

Emperyalist devletler, Dünya petrol rezervlerinin çok azına sahipken onların bu kısıtlı kaynakları üzerinde kavga yoktur. Esas kavga geri bıraktırılmış ülkelerin kaynaklarını yağmalama ve bu kaynaklara sahip olmayan üçüncü ülkelere yüksek fiyatlara pazarlama kavgasıdır.

Petrole sahip az gelişmiş ülkelerin bu kaynaklardan payına düşen küçük miktardaki pay ise Dünya finans sistemine hâkim ABD tarafından yeşil kâğıt parçalarının üzerine yazılmış sahte değerlerle ödenmekte, çıkarılan savaşlar ya da gerginlikler sonucu bu kez silah tacirleri devreye girip verdikleri yeşil kağıt parçalarını geri almakta, geriye insanları katleden demir yığınları kan ve ölüm kalmaktadır.

Birinci Paylaşım Savaşının temel nedenlerinden biri de büyük kısmı Osmanlı toprağı olan Ortadoğu’daki zengin petrol alanlarının paylaşılmasıdır. Büyük ve kanlı savaşa bir yıl kala Osmanlı Sadrazamı ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın petrol bölgeleri için değerlendirmesi şöyledir:

“11 Mart 1913 günü öğleyin Harbiye Nezaretinden Babıali’ye geldim. Kabine toplantısında İngilizlerin Kuveyt’ten başka Katar’a da tasallut ettikleri görüşüldü. Bu toprakların İngiltere’ye değilse bile İngiltere’nin nüfuz ve himayesine bırakılmasından başka çare göremiyordum. Fakat Şurayı Devlet Reisi Sait Paşa itiraz etti. Bu hususun hükümetin selâhiyeti dışında olduğunu, Meclisi Mebusan toplanıp karar vermedikçe toprak terk edilemeyeceğini söyledi. İngiltere hükümetinin bile Avam Kamarasının tasvibini almadan bu gibi işler yaptığı cevabını verdim. Sait Paşa’nın geniş malumatı vardı. Fakat mesuliyetten çok korkuyordu. Bu yüzden kendisinden lâyıkı ile faydalanmak mümkün olamıyordu. Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki kaza yüzünden İngiltere ile itilaf çıkaramazdık. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi bir istifademiz olabilirdi? Kuveyt ve Katar’ı İngiltere’ye bırakmaya ve zengin Irak vilayetlerimizle uğraşmaya karar verdim” (Mahmut Şevket Paşa’nın Günlüğü, Sayfa 45., Arba Yayınları)


SYKES-PİCOT’TAN BERİ SÜREN KAVGA

Bir zamanlar Osmanlı toprağı olan bu petrol ülkelerinin paylaştırıldığı Sykes-Picot antlaşmasının üzerinden yüz yıldan biraz fazla geçti. Yapılan bu antlaşmaya rağmen kavga sürmekte 100 yıllık rüyalar yenilenmekte. Kan akmaya devam etmektedir.

İlginçtir… Pulitzer ödüllü Amerikalı yazar Upton Sinclair’in 90 yıl önce yazdığı Petrol (Oil) adlı romanı bu konuyu işlemekte ve 100 yıl öncesindeki olayların başlangıcı, tam da, Sykes-Picot antlaşması ile çakışmaktadır. Dünyalar hâkimi henüz İngiltere Krallığıdır. ABD ise onun yerini almaya hazırlanmaktadır.

Romanımız küçük şirketler hesabına petrol alanları kiralayıp sondaj yapan bir baba ile Bunny lakaplı oğlu etrafında gelişmektedir. ABD petrol sektörüne egemen olan 5 büyük şirket ile Bunny’nin babası arasındaki mücadeleler yanında öğrenimi sırasında sosyalist düşüncelerle tanışan genç çocuğun ilişkileri anlatılır. Romanda petrol endüstrisi ile film endüstrisi arasındaki ilişkiler, bu arada güzel film yıldızlarının insanları elde etmek için nasıl çirkin şekilde kullandığını da gerçekçi bir dille anlatmaktadır.

Daha ilginci artık ülke dışına taşmak isteyen petrol devlerinin kendi politikalarını uygulayacak ABD başkanlarını seçtirmek için fonlar oluşturmasını, rüşvetlerin dağıtılmasını, sonunda seçilen başkanın borcunu ödemek için verdiği ödünler anlatılmaktadır. Bu olaylar zincirinin yazıldığı tarihte henüz ABD seçimlerinde ortaya çıkan rezaletler yaşanmamış, sadece usta yazarın olayların gidişinden çıkardığı önseziler yer almaktadır.

Zaman içinde romandaki olayların nasıl gerçek hayatta da yaşandığını yüzeysel şekilde öğrendik. Bu nedenle olacak roman, bir başka yayınevi tarafından “Kan Dökülecek” ismiyle dilimize çevrilmiştir.

Yüz yıldır paylaşılamayan topraklarda toprağın altından milyon yıllar öncesinin canlılarının kanı fışkırırken, toprağın üstünde dökülen kanlar da toprağı beslemeye devam etmektedir. ABD neredeyse ürettiği bütün kağıtları yeşile boyayıp üstüne dolar işareti basmakta üçüncü ülkeler petrol üreticisi az gelişmiş ülkelerden petrolü bu kağıt parçası dışında bir değerle satın almaya kalktığında da kan dökülmektedir.

Yaşı altmışın üzerinde olanlarımızın hafızaları bölgemizde son 50 yıldır süren petrol savaşları ile yüklüdür.

Arap-İsrail savaşları, Petrol krizi, Birinci ve İkinci Irak savaşı sonucu Saddam Hüseyin’in devrilmesi, Muammer Kaddafi’nin devrilmesi, Suriye işgali, İran’a, hatta Rusya’ya ambargo uygulanması, Venezuella’da devlet başkanlarını devirme girişimleri hep yeşil renkli kâğıt parçalarının kullanılmasının reddedilmesi yüzündendir.

DENİZ KUŞLARININ GÖRÜNTÜLERİ UNUTULMADI

Şimdilerde Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs adasının çevresinde ve Türkiye’nin Akdeniz’deki ekonomik egemenlik sahasında petrol yatakları ve petrolün başka şekli doğal gaz yatakları üzerinde büyük bir çekişme yaşanıyor ve ne acıdır halkımızın büyük bölümü bu çekişmeden habersiz. Siyasette yeni Mahmut Şevket Paşa adayları bu kez ABD’yi ürkütmeme pahasına egemenlik alanımıza ilgisiz kalma aymazlığında.

Toprağın kanını emenler, üstündeki insanların kanını da emmeye doyamamaktadır. Az gelişmiş ülkeler petrolün sahibi olduklarını sanmakta, ancak petrolü çok uluslu şirketler çıkarmakta, hangi değişim aracı ile hangi fiyattan satılacağına, hangi rafinerilerde işlenip hangi deniz ya da kara ulaşım yolları ile tüketim merkezlerine ulaşacağına emperyalist ülkeler karar vermektedir. ABD ve İngiltere kendi topraklarından on binlerce km uzakta Hürmüz Boğazı ve Umman’da donanma bulundurmaktadır. Ancak son elli yılda bu düzene güçlü itirazlar da yükselmekte, bu itirazı yapanlar ise kanla bastırılmak istenmektedir.

Bu kanlı çemberin farkına varıp kırmaya çabalayan ülkelerin yöneticileri bir şekilde devre dışı bırakılmaktadır.

“Uygar” Batı, toprağın altındaki ve üstündeki kanı emmeye devam ederken, zenginliklerine zenginlik, uygarlıklarına “uygarlık” katmakta, petrol üreticisi ülkeleri az gelişmiş, cahil, “barbar” tüketici ülkeler olarak tutmak için elinden geleni yapmakta, bu ülkeleri küçümseyip aşağılamakta, film endüstrileri ile TV kanalları, gazeteleri ile kendi halklarının beynine bunu kazımaktadırlar.

Birinci Körfez Savaşı sırasında yüz binlerce insanın ölümünün değil düzmece olduğu sonradan anlaşılan petrole bulanmış deniz kuşlarının görüntülerinin milyarlarca insanın hafızasına nasıl kazındığını unutmayalım.

Yüz yıl önceden yazılmış senaryolar ezilen ülkelerin kaçınılmaz kaderi değildir. Dünya tarihi bu çemberin kırılmasının örnekleri ile doludur. Toprağın kanının da, üstündeki insanların kanının da içilmesine son verileceği günler mutlaka gelecektir.

ATATÜRK’ÜN ÖNGÖRÜSÜ

Büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk, bir sabah Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır” derken bu umudu aşılamaktadır.

Bugün özellikle Ortadoğu’daki gelişmelere bakarak umutsuz olamayız. Atatürk’ün yer yer gerçekleşen öngörüsü ezilen uluslarca mutlaka gerçekleştirilecektir.

İsmail Saidoğlu

Atatürkçü Düşünce Derneği Orhangazi Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir