EtkinliklerManşet Atatürk’ün Manevi Kızı Sabiha Gökçen’le Yapılan Bir Röportaj Ve Nadir 17 Fotoğrafı Aralık 3, 2017 İsmail Saidoğlu Atatürk’ün Manevi Kızı Sabiha Gökçen’le Yapılan Bir Röportaj Ve Nadir 17 Fotoğrafı 1 – Sayın Sabiha Gökçen, Atatürk’le karşılaşmanıza ilişkin bazı anılarınız var mı? Gökçen – Tabii efendim, İstiklâl Savaşı sonunda 1924’te Atatürk Bursa’ya gelmişlerdi. O defa kendisini yakından görmek çok istedim, ama bu nasip olmadı göremedim. Ertesi sene 1925’te tekrar geldi Atatürk Bursa’ya. Atatürk’ün misafir edildiği köşk, bizim evimize çok yakındı. Yani, bahçeler hemen hemen birbiri içerisine girmiş durumdaydı. Ben azmettim mutlaka Atatürk’ü yakından görmeye. Onun elini öpmeyi çok istedim. 2 – Siz o zamanlar 12 yaşındaydınız galiba? Gökçen – Ben o zamanlar 12 yaşındaydım, ilk okula başlamıştım. Ama Bursa biliyorsunuz işgal edilmişti, ben İlkokulu sonra burada, Ankara’da bitirdim. 12 yaşımda ilkokulu bitirmiş olmam lâzım ama, şu sebeplerle geç kaldım: Yunanlılar tarafından Bursa işgal edilmiş ve bu sırada okullar tamamiyle kapatılmıştı. Her aile gibi beni de ailem okuldan aldı. Ben 3 üncü sınıfa kadar okuyabildim. Bursa’da 1925’de bir sabah Atatürk’ü misafir edildiği köşkün bahçesinde gezerken gördüm. Bizim evimiz de biraz evvel söylediğim gibi bitişikti. Hızla atıldım o tarafa. Fakat beni geçirmek istemediler tabii. Atatürk bunu görüyor ve hemen işaret ediyor, «bırakın gelsin» diyor. Ben Atatürk’ün yanına koşa koşa gittim. Tabii büyük bir heyecan içerisinde idim. Atatürk büyük bir insandı biliyorsunuz, küçüklerle konuşurken de hemen onların heyecanını gidermesini, onların seviyesine inmesini, bilen bir kimseydi. Benim heyecanımı çarçabuk Atatürk yok etti ve bana sordu: «Kimsin, kimin kızısın, beni neden görmek istiyorsun?» Ben de Atatürk’ü can dan görmek istiyordum. Bir taraftan da içimde ayrı bir arzu vardı, okumak istiyordum, yatılı okula gitmek istiyordum. Çünkü o tarihlerde anne ve babamı kaybetmiştim. Abim İstiklâl Savaşı’na karışmış, dönüp gelmişti, fakat onun da çocukları vardı. Ben istiyordum ki ayrı bir okula gideyim ve orada yetişeyim. Bunları söyledim kendisine. «Peki, dedi; ben seni evlât olarak alırsam gelir misin benimle beraber?» Ben düşündüm «Aileme sorayım efendim» dedim. Atatürk, «Peki o halde, dedi, abinin adresini ver. Kendisini ben buraya çağırtıp görüşeyim. Abin de müsaade ederse beraber benimle Ankara’ya gelirsin» dedi. 3 – Abiniz ailenin büyüğü müydü? Gökçen – Abim ailenin büyüğüydü efendim, benden bir hayli büyüktü. Subay olarak İstiklâl Harbi’ne iştirak etmiş terhis olmuş ve o sene dönmüştü. Abimi çağırtıyor Atatürk. Yaver beyle haber gönderiyorlar. Abim geliyor, abimle görüşüyor. Tabii abim ne diyebilir, ayrıca da memnun olmuştur elbette. Sonra eve dönüp geldiği zaman bana «Gazi Paşa seni evlât olarak alıyor, onunla beraber gideceksin» dedi. 4 – Çok sevindiniz o zaman her halde değil mi? Gökçen – Ben sevindim efendim, çok sevindim tabii. Ailemden ayrılmam da ayrıca bir üzüntü olmuştu, elbette çocuktum nihayet. Ama Atatürk’ü çok sevdim ve onun yanına gideceğim, onun yanında yetişeceğim diye içimde büyük bir arzu da vardı. Çok memnundum elbette. Bu suretle işte ben Atatürk’ün yanma 1925 yılında gelmiş oldum. 5 – Ankara’da yatılı okula mı gittiniz? Gökçen – Hayır efendim, doğrudan doğruya Atatürk ün yanma, Köşk’e gittim. Ankara’ya gelince Çankaya İlkokuluna yazıldım. Ama okul şimdiki binada değil, Köşk’ün bahçesi içerisinde böyle tek katlı eski bir binada idi o zaman. 6 – Sık sık görüyor muydunuz Atatürk’ü o zaman? Gökçen – Atatürk’ü her gün görüyordum. Onunla beraber, aynı evde kalıyordum. Sık sık ne demek, her gün beraberdik. Atatürk’le. 7 – Nasıldı size karşı davranışı? Gökçen – Daima müşfikdi, daima iyi idi. Ben Atatürk’den gördüğüm şefkati hiçbir zaman kendi ailemden görmedim, Atatürk her gün her şeyimle meşgul olurdu. Üç manevî kızı vardı Atatürk’ün. Ben, Zehra, bir de Rukiye. Biz üçümüz bu okula gidiyorduk. O tarihlerde o okul zaten kalabalık değildi. Yaver beylerin çocukları, Salih Bozok beyin ve Kılıç Ali beyin çocukları vardı. Fuat Bulca beyin kızı, oğlu, hep beraber okurduk. Bir tek öğretmen vardı, bütün sınıflara o bakıyordu. 8 – Yani, siz de ayrıntısız Atatürk’ün kızı durumundaydınız değil mi? Gökçen – Tabii, tabii. Her akşam geldiğimiz zaman Atatürk derslerimizle meşgul oluyordu, soruyordu filân. Hatta buna ait bir hatıram var, bilmem anlatmama müsaade eder misiniz? 9 – Buyurun efendim, rica ederim. Gökçen – İlk gittiğimiz zaman bu Çankaya İlk okuluna, genç bir öğretmenimiz vardı. Biz onu çok sevmiştik. Bu öğretmen de bizi seviyordu. Çocuk olmamız habesiyle tabii derslerimizi de ihmal ediyorduk ilk zamanlar. Daha çok oyuna filân veriyorduk biz zamanımızı. Bir gün Atatürk bizi imtihan etti. Bizim üçümüzü yani. Her üçümüzde de aradığını bulamadı Atatürk. Bir müddet daha biz böyle devam ettik. Atatürk tetkik etmiş bakmış ki biz hocayla hemen hemen akran gibi bir durum hasıl etmişiz. Bir gün okula gittik, baktık ki hocamız değişmiş. O zaman «hoca» diyorduk biz, tabii şimdi «öğretmen» deniyor. Hocamız değişmiş, daha yaşlı, başlı bir hanımefendi gelmiş. Biz bunu sevmedik hiç. Hocaya karşı isyan eder bir vaziyet takındık. Birkaç gün bu durum devam etti. Bir gün Zehra ile ben, ikimiz bayağı isyan ettik. Yani, hocaya karşı geldik. Hoca bizi tuttu, kolumuzdan attı. «Hadi dedi, gidin bakayım». Biz ağlayarak doğru eve, köşk’e koştuk ve doğru Atatürkün odasına. Öyle gidiyoruz ki, yani, Atatürk bize acıyacak belki de. Çünkü çok müşfikti Atatürk, biraz evvel söylediğim gibi. O halimizi görünce Atatürk «Ne oluyor?» dedi. Biz anlattık. Yalanı hiç sevmezdi Atatürk. Katiyen, onun için hiç bir yalan söylememişizdir Atatürk’e. Olduğu gibi anlattık hadiseyi. Bize dedi ki «Şimdi siz çıkın, odanıza gidin.» Baş yaver beyi çağırtırıyor Atatürk. Doğru okula gönderiyor kendisini ve durumu öğreniyor. Tabii durum aynen çıkıyor. Sonra tekrar Atatürk odasına çağırdı bizi, dedi ki: «Siz büyük hata işlemişsiniz. Hocalara karşı böyle yapılmaz. Daima onları sevmek lâzım, daima onlara saygı duymak lâzım. Onlar sizi yetiştirecekler. Onun için şimdi gideceksiniz, hocanızdan özür dileyeceksiniz, elini öpeceksiniz ve devam edeceksiniz» dedi. Böyle bir hatıram olmuştu efendim. 10 – Ben sizin her zaman soyadınızı merak ederim, Gökçen soyadını size Atatürk mü verdi, yoksa bu soyadını havacı olduktan sonra mı aldınız, nasıl oldu? Gökçen – Atatürk verdi tabiî bu Gökçen soyadını. 1934’de, soyadların kabul edildiği sene, Atatürk herkese birer soyadı veriyordu. Her gece Atatürk’ün sofrasında beraberdik. Bir gece bana sofrada, «Sabiha, sana da bir soyadı vereceğim» dedi ve Gökçen soyadını verdi bana. Atatürk’ün elyazısı ile bir hatıra var bende, 1934’den kalma. Ben o zaman havacı değildim. Benim havacılığa girişim 1935’dedir efendim. 11 – Bu Gökçen soyadı sizi etkiledi mi? Gökçen – O zamanlar etkilemedi. Sevindim, bir soyadım oldu diye. «Gökçen» güzel geldi bana, ahenkli bir kelime, ama havacılık bakımından hiçbir zaman etkilenmedim. Çünkü o tarihlerde havacı olmak hiç aklım dan geçmiyordu. 12 – Sonra nasıl havacı oldunuz? Nasıl karar verdiniz? Gökçen – Sonra şu şekilde efendim: O tarihlerde bizde Sivil Havacılık Okulu yoktu, yalnız Askeri Havacılık Okulu vardı. Atatürk bir sivil Havacılık Okulu olmasını da düşünmüş. Türk Hava Kurumu’ndan Türk Kuşu ismi ile bir Sivil Havacılık Okulu açılmasına karar veriyor. Bunun açılış törenine Atatürk beni de beraber aldı, götürdü. O törende çok yakından tayyarelerin uçuşunu gördüm. Uçmuştum ama, yolcu olarak uçmuştum. O zamanlar bu kadar sık uçuşlar da yoktu zaten. Paraşüt atlayışı yapıldı bu törende. Bir gösteriydi bu. Ben bununla çok ilgilendim. Çünkü hiç paraşüt atlayışını görmemiştim bu kadar yakından. Atatürk beni tetkik ediyor olmalı ki, bana hemen döndü, yanında oturuyordum Atatürk’ün. «Çok dedi, bakıyorum ilgileniyorsun, asıl sen de yapabilir misin bunu!» dedi. Aynen bu şekilde sordu. Benim bu o kadar hoşuma gitmişti ki, «Sevdim paraşütle atlayışı, yaparım. Ben de atlamak isterim» dedim. Atatürk’ün yanında Fuat Bulca oturuyordu, o zaman Hava Kurumu Başkanıydı efendim. Atatürk ona «Bak, dedi, Gökçen de atlamak istiyor. Fuat Bulca, «Peki o halde, dedi hemen kaydedelim kendisini. Gelsin burada çalışsın». Öğretmenleri çağırdılar, paraşütle atlayan öğretmenleri. Onlar geldi, onlara da söylediler. Ben öyle zannettim ki, o anda hemen çıkar atlayabilirim. Halbuki bunun öğrenilmesi icap eden bir takım tarafları varmış elbette. Onlar da «Peki, o halde gelsin bizim okulumuza girsin, kendisini biz yetiştirelim, atlatalım» dediler. Bu suretle ben havacılığa girdim. Ertesi gün hemen Türk Kuşu meydanına gittim. Orada planör uçuşları vardı. Uçuşları yakından görmek beni daha çok etkiledi bu defa. «Ben dedim uçacağım aynı zamanda» Hemen başlattılar uçuşa beni. İşte bu suretle uçuşa başlamış oldum. 13 – Sizin havacı olmanıza o zaman karşı koyanlar oldu mu? Bir kadının havacı olması, orduya girmesi çok devrimci bir şey, bu olay nasıl karşılandı o zaman? Gökçen -Hiç karşı koyan olmadı. Asla, katiyen.Bilâkis o tarihlerde herkes çok çok memnundu ve çok takip ederlerdi beni. Genç kızlarımızın hepsi Türkkuşu’na girmek istediler. Ondan sonra genç kızlarımız havacı olmuştur. Erkek arkadaşlarda da karşı bir durum görmedim. 14- Peki, Atatürk’ün ölümünden sonra sizin Orduda kalmanıza karşı gelenler oldu mu? Gökçen – Ordu’da kalmama mukavemet olamazdı mutlaka. Yalnız daha Atatürk hayatta iken ben izinli olarak sivil Havacılık Okuluna baş öğretmen tayin edilmiştim. Yani, vazifelendirilmiştim. Onun için oraya gidip geliyordum. Atatürk hasta iken Dolmabahçe’de, ben haftada bir okula gidip geliyordum. Devamlı kalamıyordum tabii vazifede. Çünkü Atatürk hasta idi. Onu böyle bırakmaya gönlüm razı gelmiyordu. 15 – Siz havacılığa 1935’de başladınız. O zaman Ordunun başında Mareşal Çakmak vardı. Acaba ordu bunu nasıl karşıladı? Gökçen – Ben Sivil Havacılık Okulunu bitirdikten sonra Askeri havacılık okuluna girmek istedim. Atatürk esasen bunu böyle istedi. Oraya özel şekilde girmiş oldum, ama bütün diğer subay arkadaşlarla beraber aynı sınıfta okuduk. Yani özellik oraya girişimdedir. Atatürk askeri havacı olmamı çok istiyordu. Ama o tarihlerde kadınların asker olması için bir kanun çıkmamıştı. Buna daha çok Mareşal mani oluyordu, istemiyordu kadınların Ordu’ya girmesini. Atatürk de Mareşal’i sever, onu kırmak istemezdi. Onun için bir emir verip de «Kadınlar asker olsun» diye bir kanun çıkartmadı. Atatürk Mareşal’ın gönül rızası ile bu işe inanması ve teklifin kendisinden gelmesini istiyordu. Ben Askerî Hava Harp Okulunu bitirdim ve 1. Tayyare Alayında askeri stajlarımı yaptım. Ama hep bunlar özel olarak oldu, resmî olarak değil. Askeri elbise de giydim, fakat rütbesiz giydim onu. 16 – Siz 1938’de, Atatürk’ün ölümünden sonra Ordu’dan ayrıldınız, 1954’de de Türk Kuşu’ndan. O dönemden bu yana Türk Havacılığında sizce ne gibi gelişmeler oldu? Nasıl buluyorsunuz bu gelişmeleri? Gökçen – Ordumuzda çok mükemmel gelişmeler oldu, çok ama. Siz de görüyorsunuz, zaman zaman şahit oluyorsunuz, meselâ atışlarımızda, uçuşlarda. Yani ordumuzda pilotlarımızın bütün diğer devletlerin pilotlarından çok çok daha üstün olduğuna ben kaniyim. Sivil havacılığımıza gelince; Orada fazla bir ilerleme görmüyorum. Atatürk zamanında sivil havacılığın ilk kuruluşunda 20 tane genç kızımız vardı. Benden sonra girmişlerdi. Kamplarda da yüzlerce kişi uçardı. Şimdi bu biraz azalmış. Belki bir ekonomik sebep olsa gerek. Bilmiyorum tabiî. 17 – Siz yakınlarınıza, Türk kızlarına havacılığı önerir misiniz? Gökçen – Her zaman tabii. Çok mektup alıyorum. Kızlarımızın çoğu böyle havacı olmak isterler. Nasıl havacılığa geçtiğimi ve nasıl geçebileceklerini çok zaman benden sorarlar. Kendilerine ben de yazarım, cevap veririm Kaynak : http://mustafakemalim.com/ http://mustafakemalim.com/ataturkun-manevi-kizi-sabiha-gokcenle-yapilan-bir-roportaj-ve-17-nadir-fotografi/ Post Views: 723