ADD GYK Üyesi Öner Tanık Yazdı; BAHRİYE ÜÇOK’UN MÜCADELESİ
Kumru Üçok, 6 Ekim 1990 günü, kargo şirketinin kapıya bıraktığı ihbar kâğıdı üzerine kargo şirketine gitti. Paketi teslim aldı ve eve dönerek kendi elleriyle annesine teslim etti. Bahriye Üçok, ölüm tehditleri aldığı için bu konularda dikkatliydi. Ancak paketin yırtılan bir ucundan, içinde bir kitap olduğu görünüyordu. Sonuçta paketin açılması ve kitabın içinde gizlenen bombanın patlaması ile Türkiye’de ilk kez bir kadın, düşünceleri nedeniyle katlediliyordu. O’nu katledenler, Bahriye Üçok gibi birinin ancak bir kitabı görünce paketi açacağını, ancak bir kitaptan zarar görülmeyeceğini bildiğini hesaplamışlardı.
Evet, Bahriye Üçok’u yitirmemizin üzerinden 28 yıl geçti. Dile kolay gelebilir; 28 yıl, bir insan ömrünün neredeyse üçte biridir. Devletlerin ömrü içinse bir süre biçmek doğru değil. Ama devletlerin nitelikleri ve bu niteliklerin ömrüyle ilgili yorumlar yapmak, nesnel olgular ışığında öngörülerde bulunmak olasıdır.
Bahriye Üçoksuz geçen 28 yılda Türkiye’de 15 hükûmet kuruldu. Sekiz başbakan, beş cumhurbaşkanı görev yaptı ve üç defa da halk oylamasına gittik.
Anımsarsak, 2007 halk oylaması cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi başta olmak üzere birtakım anayasa değişikliklerini kapsıyordu. 2010 anayasa değişikliği halk oylaması özellikle yüksek yargı yapılanmasındaki “yargı bağımsızlığını yok eden hükümleriyle” dikkat çekiyordu. Ve parlamenter sistemi kâğıt üstünde bırakan, kuvvetler ayrılığını kaldıran ve tek adam yönetimini getiren son halk oylaması ise 2017 yılında yapıldı. Özetle, anayasada, yasalarda ve yönetmeliklerde yapılan köklü değişikliklerle ve idari uygulamalarla Cumhuriyet rejimi hedef alındı, temellerini Atatürk’ün attığı laik ve demokratik parlamenter düzen yerine Cumhuriyetin kuruluş felsefesine karşıt bir tek adam yönetim yapısı getirildi.
Bu süreçte toplum, etnik ve mezhepsel ayrışmalarla, alt kimlik-üst kimlik tartışmalarıyla, birbirine şüpheyle bakmaya ve Cumhuriyet yurttaşlığı çatısı altındaki birlik beraberliğini yitirme noktasına geldi. Tarikat ve cemaatler, devletin her kademesinde söz sahibi olarak, ülkemizi adeta bir iç savaşın eşiğine getirdiler.
İşte tam bu noktada, devrim ve demokrasi şehitlerimiz için sürekli duymaya alıştığımız; ama düşününce içimizi burkan, zihnimizi zorlayan o soruyla tekrar karşı karşıya kalıyoruz: Bahriye Üçok neden öldürüldü? Duygusal tepkilerimizi hariç tutarak ve onların gösterdiği yolu takip etmenin gerektirdiği bir görev olarak, bu yazıda Bahriye Üçok’un mücadelesinden örnekler vermekte, öngörülerini yeniden anımsatmakta yarar var.
Üçok’un Bakışı
Bahriye Üçok, bir İlahiyat Bilimi insanı olarak, toplumsal sorunların çözümüne din, ekonomi, sosyoloji ve tarihi gerçekler penceresinden bakıyor, bunların mevcut hukuk düzenindeki yerinin nasıl olması gerektiği üzerinde yol gösterici çalışmalar yapıyordu. Özellikle laiklik, bağımsızlık, Atatürk İlkeleri ve kadın hakları mücadelesi üzerine yoğunlaşmıştı. Kendi insanına yabancılaşmayan, ancak çok yönlü ve bilimsel bakışının temellendiği ideolojik çerçeve ise Kemalizm’di. Örneğin, 1975 yılında yazdığı “Devrim Yasasına Aykırı” başlıklı yazısında Üniversiteler Kanunu’ndaki bir teklife “Tevhidi Tedrisat Kanununa” aykırı olduğu gerekçesiyle karşı çıkıyordu. Kendi ifadesiyle “İmam Hatip Liselerini bitirenler kendi alanlarında yükseköğrenim sürdürürlerse, bu, Tevhidi Tedrisat Kanunu’na aykırı olmaz. Ama başka bilim alanlarına yönelirlerse açıkça aykırılık olur”du. Çünkü “Bir millet bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir, Bu ise duygu ve düşün birliğini ve dayanışma amaçlarını bütünüyle yok eder”(1) diyordu. Haklı çıktığını bugün daha iyi anlıyoruz.
Laiklik Mücadelesinde Bahriye Üçok
Bahriye Üçok’un neredeyse 45 yıl önce ele alıp, uyardığı konuların 2000’li yıllardan sonra bugünkü siyasi iktidar döneminde gerçekleştiğini söylemek yanlış olmaz.
Örneğin, cuma günlerinin resmî tatil olmasını öngören bir yasa önerisine karşı yazdığı yazıda, “İslam dininin cuma günü için bir kutsaliyet atfetmediğini, isteyen memurların öğle tatili sırasında cuma namazı kılmaya gidebilmeleri için bir tatil gününe veya saatine gerek olmadığını, böyle bir uygulamanın laiklik ilkesine de aykırı düşeceğini” belirtir(Bu konuda memurlara Cuma namazına gitme iznini veren Başbakanlık Genelgesi 2016 yılında çıkarıldı.).
İmam Nikâhı üzerine 1974 yılında yazdığı bir yazıda ise “ …imam nikâhı kıydırma ne ekonomik ne de pratik nedenlere dayanmaktadır. Sadece dinsel bir gereğin yerine getirilmesi yanlış inancından doğmaktadır. Öyle sanılmaktadır ki dinsel bir nikâh vardır ve imam bu nikâhı kıymadıkça, dinin gereği yapılmamış olur. İslam hukukuna göre evlenme (…) bir akittir ve hiçbir dini yanı yoktur.” (2) (Bu konudaki yetkinin başka kurumlara değil de müftülüklere verilmesi apayrı bir tartışma konusudur. ).
1976 yılında yazdığı “Eğitimde Şeriat Düzeni” başlıklı yazısında, “Bugün şeriatla yönetilen ülkelerde bile geçersizleşen kimi kuralları ve yasaları, uygarlıkta Orta Doğu ülkelerine örnek olan Türkiye’de yeniden canlandırma çabaları, üzülerek söylemeliyiz ki, yadsınamaz bir gerçektir” derken, halifeliğin kaldırılması ile ilgili karşıt görüşler öne sürenlere de “Arap olmayan İslam ülkelerinde, Hz. Muhammed’in soyunu sürdüren Arap-İslam devletlerinde de halifeliğin yeniden kurulması için Müslümanlar hiçbir ciddi girişimde bulunmadılar. Bu da halifeliğin dinsel içeriğinin bulunmadığının en açık, en güzel kanıtı olmuştur.” diyordu.
Kadın Hakları Mücadelesinde Bahriye Üçok
Bahriye Üçok, Cumhuriyetin yetiştirdiği bir Cumhuriyet kadını olarak, Türk kadınının toplumdaki yerine, yaşayışına, haklar bakımından eşitliğine ve daha önemlisi, bunların farkında olmalarına önem veriyordu. Soruna gerçekçi bir biçimde yaklaştığı şu cümleler ona aittir: “Bence bugün kanunlarımızda kadınlarla erkeklerin eşitliğini bozan önemli hayati bir hüküm yoktur. Onun için Türk kadınını bundan böyle kadınlara yeniden haklar veya eşitlik hakları kazanmak için bir mücadeleye atılmak zorunluluğunda görmüyorum. Kadınların ancak kanunlarımızın kendilerine tanıdığı hakların bilincine varabilmeleri ve onların erkeklerin baskısından uzak, serbestçe kullanabilmeleri için bir eğitim ve öğretim seferberliğine inmek zorunluluğunu kabul ediyorum.” (3)
Bahriye Üçok’a göre Atatürkçü Düşünce, kurtuluşun ve ulusal bağımsızlığın adıydı. Ve aydınlanmanın biricik yolu, Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmakla mümkündü. Bu nedenle hem çağdaş öğrenciler yetiştirdi hem de siyasetten geri duran, kendini dört duvar arasına kapatan bir akademisyen olmaktansa, CHP milletvekili olarak halkının dertlerine çözüm aramayı seçti. Bu nedenle, örgütlü gücün gereğine inanarak Muammer Aksoy’un önderlik ettiği Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. O’nu ölümünün 28. yılında saygıyla, özlemle anıyoruz.
Öner TANIK
ADD GYK Üyesi
Alıntılar:
(1) Cumhuriyet, 3 Temmuz 1975
(2) Cumhuriyet, 26 Mart 1974
(3) Bahriye Üçok, Atatürk’ün İzinde Bir Arpa Boyu, s.57