Güngör Berk ; BAŞÖĞRETMEN VE ÖĞRETMENLER
Atatürk Devrimi’nin ilk döneminde milli kültürün yaratılması, geliştirilmesi, halka yayılması ve benimsetilmesi amacıyla arka arkaya devrimler yapılmıştır. Latin kökenli yeni Türk Alfabesi’nin kabul edilmesi, alfabeyle okuma yazmayı herkese öğretmek amacıyla “Millet Mektepleri”nin açılması, Türk çocuklarının ilköğrenimlerini Türk okullarında yapma zorunluluğunun getirilmesi, uluslararası rakamların alınması, ölçülerde kilo ve metrenin uygulanması, Türk Tarih Kurumu’nun kurulması, Türk Dil Kurumu’nun kurulması, Halkevleri ve Halkodalarının açılması birbirini izleyerek yaşama geçirilmiştir.
1 Kasım 1928 de “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” çıkarılmış, “Millet Mektepleri” açılmış ve 24 Kasım 1928 de bu okulların Başöğretmeni Mustafa Kemal olmuştur. Başta Mustafa Kemal olmak üzere okuma yazmayı öğrenenler, devrimin coşkusu ve gücüyle, Millet Mektepleri’nde tüm yurttaşlara okuma yazmayı öğretme mucizesini başarmışlardır.
Eğitim bir toplumun gelişmesinde, kalkınmasında, gönence kavuşmasında ve çağdaşlaşmasında ön koşuldur. Eğitim, nitelikli öğretmenlerle toplumun geleceğini oluşturacak nitelikli insanları yetiştirmektir. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ni dine değil akla ve bilimsel düşünme yöntemine dayandırmıştır. Cumhuriyetimizin eğitim politikası da laik eğitim, eğitim birliği, Cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda eğitim, herkesin eğitimden eşit şekilde yararlanması temeline dayanır.
Ama gelin görün ki, milli eğitim sistemimiz günümüze gelinceye kadar siyasal iktidarlarca hep yaralanmış, özünden uzaklaştırılmıştır. Köy Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen Okullarının kapatılması eğitim sistemimizi çökerten ilk adımlardır. Arkasından ikili eğitim, yani bilimsel eğitim yapan okulların yanında dinsel eğitim yapan okulların açılması ve sayılarının arttırılması gelmiştir. Sonuçta çoğunlukla ezberci, bireyci, tüketici, ülke ve dünya sorunlarından uzak tutulmuş bir gençliğin yanı sıra “dindar ve kindar “ bir gençlik yetiştirilmiştir.
Mustafa Kemal’in başöğretmenliğini, doğumunun yüzüncü yılında, devlet ve toplum düzenine en büyük darbeyi vuran “12 Eylül ” faşizmi anımsamıştır. O yıldan beri 24 Kasımlar “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmaktadır. On iki Eylülcüler bir yandan ülkenin her köşesini Atatürk heykelleriyle donatırken diğer yandan laik eğitimi dinselleştirmeyi ihmal etmemişlerdir.
Yıllar sonra, 1997 yılında, zorla da olsa, “Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu İlköğretim Yasası” uygulanmaya başlamıştır. Böylece ilkokuldan sonra okutulmayan çocukların bir bölümü okula kavuşmuş, ilkokuldan sonra ortaokula giden öğrencilerin büyük çoğunluğu ikili öğretimden kurtarılarak eğitim birliği içine alınmıştır. Ama bu uygulamanın ömrü uzun olmamıştır. Çıkarları için dinden elini çekmek istemeyen siyasetçilerce yasa delinmiştir. 2002 yılından başlayarak ülkeyi on beş yıl kesintisiz yöneten siyasal iktidarlar döneminde yasa ve yönetmeliklerde değişikliğe gidilmiştir. Önce beşinci sınıftan sonra öğrencilerin, isteğe bağlı olarak, Kuran kurslarına gitmeleri sağlanmıştır. Sonra da “4+4+4 Kesintili Eğitim Yasası” çıkarılarak sekiz yıllık eğitim ortadan kaldırılmıştır.
Günümüzde özel ve paralı olanı, yabancı dille yapılanı da katıldığında çok başlı bir eğitim sistemi içinde bocalanıp durulmaktadır. Siyasal İslam çizgisindeki iktidarlar döneminde alınan “Eğitim Şurası” kararları ise iç karartmakta ve eğitim sisteminin daha da bozulmasına katkı sağlamaktadır. Bilimsel ve laik eğitimi ortadan kaldıracak kararlar arka arkaya alınmakta ve hızla yaşama sokulmaktadır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin zorunlu seçmeli ders olarak okutulması, Ortaöğretim kurumlarında ibadethane zorunluluğunun getirilmesi, İlkokul ikinci sınıftan başlayarak yabancı dil derslerine Arapçanın eklenmesi, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş sınavlarında okul tercihi yapmayan öğrencilerin İmam Hatip Okullarına yerleştirilmesi son örneklerdir.
Sırada karma eğitime son verilmesi vardır. Arkasından Yüksek Öğretim Kurulu Başkanının, mahkeme kararlarına rağmen, bir yazıyla üniversitelere soktuğu “türban”ın ilkokula giden kızlarımızın da başını örtmesi gelecektir.
Eğitimin niteliğini yükseltecek öğretmenlerimizin durumu da bozulan eğitim sistemine pek uygundur. Onlar öğretmenliğe başlayabilmek için anlamsız sınavlara girip duran, sınav kazansa da yıllarca atanmasını bekleyen, kadrolu da sözleşmeli de ücretli de çalışan, yoksulluk sınırı altında ücret alan eğitim kurbanlarıdır.
Laik ve milli eğitim sistemimizin baştan ayağa yeniden yapılandırılması ve kutsal görev yüklediğimiz öğretmenlerimizin çağdaş yaşam olanaklarının tümüne kavuşturulması ülke gündeminin baş sıralarına oturmuştur.
GÜNGÖR BERK
ADD BDK ÜYESİ